8 Kasım 2013 Cuma
KIYMETLİ SÖZLER
Mal cimrilerde, silah korkaklarda, yönetim akılsızlarda olursa iş bozulur(Hz. Ebu Bekr Radıyallahu anh)
Gözü haramdan korumak ne güzel şehvet perdesidir. (Hz. Osman Radıyallahü anh)
Lüzûmsuz şeylerin peşinden koşan, lüzûmlu şeyleri kaçırır. Hazret-i Ali Radıyallahü anh
Kuran tilaveti ile kalbine ruhani feyiz sirayet eden kimse, dostlarının ayrılığı ile vahşet halini hissetmez. Hz.Ali(ra)
Akıl tamam olunca, söz azalır. Hz.Ali(ra)
Derin fikre sahip olanın nazarı da güzel olur. Hz.Ali(ra)
İlimsiz ibadette, tefekkürsüz Kur’an tilavetinde hayır yoktur. (Hz. Ali r.a.)
Dinî hükümleri kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir
İmâm-ı Rabbânî
Müminin senden alacağı üç nasibi olursa o zaman Muhsinlerden olursun. Şöyle ki:
1)ona faydan dokunmuyorsa zararında dokunmasın. Onu sevindirmen mümkün değilse bari onu üzmeyesin.
Onu övmen mümkün değilse hiç olmazsa kötülemeyesin.
Bazı alimler şu üç tavsiyede bulundular:
- Üç şeyi yapamazsan bari şu üç şeyi yap:
hayır işleyemezsen kendini şerden al.
İnsanlara faydalı olamazsan onlara zararlı da olma.
Oruç tutamıyorsan bari insan eti yeme(gıybet etme)
Yahya bin Muaz radıyallahü
Tembih-ül Ğâfilîn Ebu-l Leys Semerkandî s.183
İnsanlar arasında bulun, fakat kimseye yük olma!
Hüsameddin Mankpûrî Rahmetullahi aleyh
Müslüman bir kadın, çocuğunu emzirdiği sürece, Allah yolunda cihad edenler gibidir.
Saîd bin Cübeyr Rahmetullahi aleyh
Düşmanlarınızla oturup kalkan, sizin dostunuz olamaz.
Sa’dî Şirâzî Rahmetullahi aleyh
İlim gıda gibidir. Ona her zaman ihtiyaç vardır.
Faydası da herkesedir.
Abdülvehhâb-ı Müttekî Rahmetullahi aleyh
Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma!
Kalb kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.
Ahmed Yesevî Rahmetullahi aleyh
Allahın kitâbından ve Resûlullahın hadîslerinden sonra,
islâm kitâblarının en üstünü, en fâidelisi
İmâm-ı Rabbânînin Mektûbât kitâbıdır.
Mektûbâtda bildirilen tesavvufdan, tarîkatden ve hakîkî mürşidlerden şimdi hiç kalmadı.
Bizler, Mektûbâtdaki ince bilgileri, ma’rifetleri anlayamayız.
Abdülhakîm Efendi
İslamiyet’in içinde hiç bir kötülük,
İslamiyet’in dışında da hiç bir iyilik yoktur.
Ebu-l Vefâ
Üç şey kalbi öldürür:
Çok konuşmak,
çok uyumak
ve çok yemek.
Fudayl bin İyad Rahmetullahi aleyh
Dünya üç gündür;
dün, bugün ve yarın.
Dün geçti.
Yarının geleceği belli değil.
Öyle ise; bugünün kıymetini bil!
Hasan-ı Basrî Rahmetullahi aleyh
Dertsiz Adam derssiz adamdır.
(Recep hocamız)
Çocuktaki utanma hali ondaki akıl nurunun alametidir.
(imamı gazali)
Süleyman Ata: her gördüğünü Hızır bil her geceyi kadir bil.
Gençliğin kıymetini ihtiyarlar,
huzûrun kıymetini huzûrsuzlar,
sıhhatin kıymetini hastalar,
hayâtın kıymetini ölüler bilir.
(Hâtim-i Esam) Rahmetullahi aleyh
Define ile Yılan, gülle diken, sevinçle gam bir aradadır.
(Şeyh Sâdi Şirazi ks.)
Hangi dağa tırmansam,
muradım ötesinde;
Murad, bugün yerine her günün ötesinde…
N.F.K. ÇİLENAME
Ağzına helva verenle ensene tokat atan arasında fark gözettikçe,
sende Tevhid tamam değil demektir.
MEVLÂNÂ ALAEDDİN ÂBİZİ
Kendini hak ile meşgul etmezsen,
batıl seni işgal eder. (İmam Şafi)
Yolumuz yâr ile gül bahçesine uğradı;
Ben gafletle güle nazar edince dedi ki yâr :
Muhabbetin şartı bu mudur, utan yaptığından!
Ben varken güle bakmak nasıl elinden gelir?
Mevlânâ
şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır
Sözü dost, özü düşmandan usandım.
Dili Mümin, kalbi şeytandan usandım.
Herkesin kahrı çekilir ama;
Ben davasız Müslüman’dan usandım.
Kaynaklara benzeriz, çıkar topraktan
Çağlar, köpürür, zevk alırız koşmaktan
Düzlüklere indikçe, akıp sessizce
Tekrar döneriz toprağa, bir çatlaktan
Çalışmak bizi şu üç şeyden kurtarır:
Can sıkıntısı, kotu alışkanlıklar, Yoksulluk. –
VOLTAIRE
Güneşin yüzey ısısı 6000 kelvin derecedir.
Bu sıcaklıktaki bir toplu iğne başı, insanı 150 kilometreden öldürebilir.
Lakab: meth veya zem bildirir.
Bir pîre demişler ki, evlen! Demiş :
Ben daha bulûğa ermedim!
insan veliliğe erince baliğ olur;
Velilik olmayınca çocukluk olur.
Şeyh Şirazî «Gülşen-i Raz»
Gezdim halep ile şamı
Eyledim ilmi talep
Meğer ilim bir hiç imiş
İllâ edep illâ edep.
Bize bir nazar oldu
Cumamız Pazar oldu
Ne olduysa azar azar oldu.
Evladım; biz insanlara emri bil mâruf yaparken onlara sanki başlarının üzerinde güvercin varmış gibi yaklaşırız.
O kuş imanlarıdır
Nefse yapması en zor gelen şey söz dinlemektir.
Kalbiniz üç şeyin evi olsun: Aşkın, ümidin, imanın.
AMELDE YÜSR İTİKADDA YAKIN
Tolstoy:
Cevdet paşa: Tarih bilmeyen diplomat pusuladan anlamayan kaptana benzer.
KURTULUŞ İSLAM’DADIR
İSLAM’DA! DOĞRU YOL ÇOK YAKININIZDA HATTA KALBİNİZDE GÖMÜLÜ DURUYOR.
O GÖMÜYÜ ORADAN ÇIKARIN!!!
Dahi bir fesad koptu cihanda
Hevai nefse düştü nâs bu anda
Eğer alim eğer abid bu şanda
Hadis tefsir fıkıh kaldı nihanda
Bu nâsdan ayrılup hakka gidelim
Cemali ba kemaleh seyr idelim
Dost istersen ALLAH yeter
Yaren istersen KUR’AN yeter
Mal istersen KANAAT yeter
Düşman istersen NEFİS yetER
Nasihat istersen ÖLÜM yeter
Ya Islam`da erirsin
Ya inkarda çürürsün
Yol Mezarda bitmiyor
Girdiginde görürsün
Bu gününü düşünme
Dün geçti, Yarın var mı?
Gençliğine Güvenme!
Ölen hep ihtiyar mi?
"Sadece başkaları için yaşanan bir hayat, yaşamaya değer bir hayattır." –
Albert Einstein
"Eğer bir yaşam, tümüyle kişisel arzuları tatmine yönelmişse er ya da geç, acı bir düş kırıklığına yol açar." –
Albert Einstein
"Milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır.
İnsanlığın kızamığıdır." – Albert Einstein
Bu müziğin dışındaki insanlar Rock’n Roll müzisyenlerini ve dinleyicilerini hafif kaçık olarak nitelendirir.
Bu aslında pek de yanlış değil. Bütün Rock grupları ve sadık hayranları hassas ve tüm olup bitenleri sorgulayan hisli bir yapıya sahip oldukları için çabuk kafayı sıyırırlar."
(Ronnie James Dio)
BİR GÜN ; AKLINA GELİRSEM VE YANINDA DEĞİLSEM , BİL Kİ GÖZLERİNİN DALDIĞI YERDEYİM.
ağlayım ki göz yaşlarım kalbimi yumuşatsın.
Bazı insanlar köpekten beterdir bazılarının ise köpeği olmaya değer.
ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM ,
ZALİMİ ASLA SEVEMEM…
GELENİN KEYFİ İÇİN ,
GEÇMİŞE KALKIP SÖVEMEM..
BİRİ ECDADIMA SALDIRDI MI HATTA BOĞARIM..
BOĞAMAZSIN Kİ !!
HİÇ OLMAZSA YANIMDAN KOVARIM…
Ege bir Yunan gölü deeldir.
Bir Türk gölü de deeldir.
Binaenaleyh Ege bir göl deeldir.
Kim söylemiş bunu acaba?
>Tek dostum kitaplarım, tek düşmanım cahil dostlarım.
(Diderot)
Allah’tan korkmayandan korkulur.
Küçük insanların gururu büyük olur.
İyiliğe iyilik her kişinin karı,
kötülüğe iyilik ER kişinin karı.
İnanç kaybolup şeref öldü mü, insanda yok olur.
Şeriat gemi, tarikat deniz hakikat ise inci gibidir.
Çocuğunuzun ayağına batan dikenler: ya ektiğiniz yada sökmediğiniz DİKENLERDİR
FIKRALAR
Kadin aynada ciplak vucudunu seyrediyordu. Esine :
-Goruntumu igrenc buluyorum, yagli, burusuk. Bir iltifata ihtiyacim var."
Esi:
-”Gozlerin iyi goruyor’
-Goruntumu igrenc buluyorum, yagli, burusuk. Bir iltifata ihtiyacim var."
Esi:
-”Gozlerin iyi goruyor’
…………………………………………………………
Cocuk babasina sorar :
- Babacigim,annem ile nasil evlendin?
Adam esine doner:
- Goruyormusun bak, cocuk bile anlam veremiyo
………………………………………………………….
REFERANS BOL
Arkadaslari isadamini evlendirmek istiyorlar. Sonunda uygun bir
hanim bulunuyor ve isadamina haber veriliyor.
"Ben isadamiyim", diyor adam, "Numune gormeden boyle bir ise
karar veremem."
Genc kadina durumu iletiyorlar:
"Ben de is kadiniyim", diyor hos hanim, "Numune veremem ama
istedigi kadar referans gosterebilirim "
……………………………………………………………………………………………….
"Hakkinizda agir hakaretten sikayet var" demis Hakim.. "Anlatin bakalim
ne oldu?.."
"Balkondan bakarken bana asagidan dil cikartti efendim.."
"Peki.. Siz ona ne cevap verdiniz?.."
"Bana bakar misiniz belli bir ucret karsiligi cinsel iliskide bulunan
bayanin oglu.. Su anda oraya ulasabilirsem anneniz sizi dogururken
kendisine yardimci olan bayan saglik gorevlisinin cinsel organini size
gosterebilirim" dedim.. Tabii o sinirle tam olarak bu kelimeleri
kullanamamis olabilirim.."
……………………………………………………………………………………………….
COCA COLA
Cok iyi giyimli bir is adami Vatikan’a gelir papayla gorusmek istedigini
soyler. Kendisini bir Kardinal’e gotururler. Adam israr eder.
- Sizinle degil, dogrudan Papa ile ve yalniz gorusmek istiyorum. Sonunda
adami Papa’nin huzuruna cikarirlar. Ama adamin ne istedigini merak eden
Kardinaller kapinin disinda kulak kesilmis iceriyi dinlemektedirler.
Iceride sesler yukselmistir.
Adam :
- 1 milyar dolar.
Papa :
- Olmaz
- 2 milyar dolar.
- Hayir.
- 5 milyar dolar.
- Hayir.
Adam kapiyi carpar, hisimla uzaklasirken Kardinaller iceri kosusur.
- Sayin Papa hazretleri, 5 milyar dolar muazzam bir para. Dusunun bu para
ile kac katedral, kac kilise yapilir, dunya uzerine kac misyoner
gonderilirdi. Parayi nicin kabul etmediniz ?
- Ne yani ? Her duadan sonra Amin yerine Coca Cola mi deseydik ?
- Babacigim,annem ile nasil evlendin?
Adam esine doner:
- Goruyormusun bak, cocuk bile anlam veremiyo
………………………………………………………….
REFERANS BOL
Arkadaslari isadamini evlendirmek istiyorlar. Sonunda uygun bir
hanim bulunuyor ve isadamina haber veriliyor.
"Ben isadamiyim", diyor adam, "Numune gormeden boyle bir ise
karar veremem."
Genc kadina durumu iletiyorlar:
"Ben de is kadiniyim", diyor hos hanim, "Numune veremem ama
istedigi kadar referans gosterebilirim "
……………………………………………………………………………………………….
"Hakkinizda agir hakaretten sikayet var" demis Hakim.. "Anlatin bakalim
ne oldu?.."
"Balkondan bakarken bana asagidan dil cikartti efendim.."
"Peki.. Siz ona ne cevap verdiniz?.."
"Bana bakar misiniz belli bir ucret karsiligi cinsel iliskide bulunan
bayanin oglu.. Su anda oraya ulasabilirsem anneniz sizi dogururken
kendisine yardimci olan bayan saglik gorevlisinin cinsel organini size
gosterebilirim" dedim.. Tabii o sinirle tam olarak bu kelimeleri
kullanamamis olabilirim.."
……………………………………………………………………………………………….
COCA COLA
Cok iyi giyimli bir is adami Vatikan’a gelir papayla gorusmek istedigini
soyler. Kendisini bir Kardinal’e gotururler. Adam israr eder.
- Sizinle degil, dogrudan Papa ile ve yalniz gorusmek istiyorum. Sonunda
adami Papa’nin huzuruna cikarirlar. Ama adamin ne istedigini merak eden
Kardinaller kapinin disinda kulak kesilmis iceriyi dinlemektedirler.
Iceride sesler yukselmistir.
Adam :
- 1 milyar dolar.
Papa :
- Olmaz
- 2 milyar dolar.
- Hayir.
- 5 milyar dolar.
- Hayir.
Adam kapiyi carpar, hisimla uzaklasirken Kardinaller iceri kosusur.
- Sayin Papa hazretleri, 5 milyar dolar muazzam bir para. Dusunun bu para
ile kac katedral, kac kilise yapilir, dunya uzerine kac misyoner
gonderilirdi. Parayi nicin kabul etmediniz ?
- Ne yani ? Her duadan sonra Amin yerine Coca Cola mi deseydik ?
Eski ama cook eski zamanlarda er kisi entari giyer imis. Ancak ,
entarinin
altina ic camasiri
giymezlermis. Alimallah bir ruzgar, bagrisan kadinlar mi istersin,
kacisan cocuklar mi ?
rezilruvan vaziyetler………
Bu durum bizim padisahin kulagina gider. Padisah derhal emir
buyurur.
"Her kim don giymez ise entarisinin altina derhal kadi onune
cikarilacak."………
Gunler gecer bir ruzgar eser,kimseden cit yok.Herkes don
giyer.Padisah emin olmak icin vezirini
kontrol icin carsiya gonderir. Vezir ruzgarli bir havada iner
carsiya
bide ne gorsun,bizim
palabiyik okkali Rustem don giymez. !………
Rustem hemen kadi onune cikartilir…………..
Kadi sorar:
- Adin?
- Rustem.
- Baba adin.?
- Salim.
- Karin var mi?
- Var nah bes dane.
- Cocuk kac tane?
- Birinciden 5 , ikinciden 3 , ucuncuden 4 , dorduncu kari kisir,
entarinin
altina ic camasiri
giymezlermis. Alimallah bir ruzgar, bagrisan kadinlar mi istersin,
kacisan cocuklar mi ?
rezilruvan vaziyetler………
Bu durum bizim padisahin kulagina gider. Padisah derhal emir
buyurur.
"Her kim don giymez ise entarisinin altina derhal kadi onune
cikarilacak."………
Gunler gecer bir ruzgar eser,kimseden cit yok.Herkes don
giyer.Padisah emin olmak icin vezirini
kontrol icin carsiya gonderir. Vezir ruzgarli bir havada iner
carsiya
bide ne gorsun,bizim
palabiyik okkali Rustem don giymez. !………
Rustem hemen kadi onune cikartilir…………..
Kadi sorar:
- Adin?
- Rustem.
- Baba adin.?
- Salim.
- Karin var mi?
- Var nah bes dane.
- Cocuk kac tane?
- Birinciden 5 , ikinciden 3 , ucuncuden 4 , dorduncu kari kisir,
Kasabanin birinde bir papaz ve onun iki tane papagani varmis. Papaganlarda
papaz gibi oldukca inancli ve dindarlarmis. Sabah-aksam kafeslerinde oturup
incil okuyup dua ederlermis, papazin cemaatinden bir kadininda 2 tane
disi papagani varmis, papazin erkek papaganlari ne kadar ahlakli ise
kadinin disi papaganlarida o kadar ahlaksizmis.
papaz gibi oldukca inancli ve dindarlarmis. Sabah-aksam kafeslerinde oturup
incil okuyup dua ederlermis, papazin cemaatinden bir kadininda 2 tane
disi papagani varmis, papazin erkek papaganlari ne kadar ahlakli ise
kadinin disi papaganlarida o kadar ahlaksizmis.
Eve gelen misafirlerin onunde erkek istiyoruz! diye bagirirlarmis. Kadin
sonunda dayanamamis ve papaza akil danismaya gitmis.Papaz da "Sen getir
onlari bana benim papaganlarin kafesine koyalim da ahlak ogrensinler biraz,
"Benim papaganlar surekli dua eder" demis. Kadinda almis papaganlari
getirmis papazin evine… Kafese girergirmez disi papaganlardan birisi "hey
yakisikli, iki tane ucuz fahse ister misiniz kafesinizde" demis.
sonunda dayanamamis ve papaza akil danismaya gitmis.Papaz da "Sen getir
onlari bana benim papaganlarin kafesine koyalim da ahlak ogrensinler biraz,
"Benim papaganlar surekli dua eder" demis. Kadinda almis papaganlari
getirmis papazin evine… Kafese girergirmez disi papaganlardan birisi "hey
yakisikli, iki tane ucuz fahse ister misiniz kafesinizde" demis.
Erkek papaganlardan biri otekine donup "oglum butun dualarimiz kabul oldu
lan sonunda"…..demişler
)))))
lan sonunda"…..demişler

İstanbul’da üniversitede okuyan genç kız Ankara’daki babasına telefon etmiş;
- ”Baba, merhaba Ben Lale”.
- ”Ooooo Güzel kızım benim. N’abersin bakalim?”.
- ”Hiç sorma babacığım. Hiç keyfim yok valla”.
- ”Hayırdır? Bi sorun’mu var?”.
Kız ağlamaya başlar babası ise üzüntü ve meraktan kafayı yemektedir;
- ”N’ooldu kızım? anlatsana”.
- ”Murat evi terketti. Boşanmak istiyormuş”.
- ”Ne evi lan? Ne boşanması? Sen ne zaman evlendin’de bosaniyorsun”.
- ”Hani senin hiç hoşlanmadığın esrarkeş çocuk vardı’ya ben onunla evlendim”.
- ”iyi halt ettin, zilli neyse, artık yapacak bi şey yok. Versin mahkemeye, hemen boşanın”.
- ”Boşanalım ama benden 10 milyar istiyor. Eğer vermezsem, iyi zamanlarımızda çektiği çıplak fotoğraflarımı internetten herkese yollayacakmış”.
- ”Püüh. Rezil… Çıplak fotoğraf çektirdin, öyle mi?”.
- ”Ama babacığım O benim kocamdı. Ne biliyim böyle bir puştluk yapacağını”.
- ”Peki Olan olmuş artık. Yarın havale ederim parayı ögleden sonra Bankaya gidip çekersin sonra da alıp yakarsın o kahrolası fotografları”.
- ”Sağol baba Eeee şey bi’de kürtaj için 2 milyara ihtiyacım var”.
Adam artık iyice fenalaşır. Boğuk bir sesle konuşur;
- ”Kürtaj’mı? Bi’de hamile’mi kaldın o çocuktan sen?”.
- ”Aslında ondan değil… Zenci bi çocuk vardı… Zaten o yüzden ayrılıyoruz’ya”.
Adam bayılmak üzeredir. Nabzı yükselir, tansiyonu düşer, artık inleyerek konuşmaktadır;
- ”Biz seni oraya okumaya yollamıştık. Sen ne haltlar çevirmişsin. Allahım nedir bu başımıza gelenler okulu bitirir bitirmez Ankara’ya dönüyorsun, yoksa kırarım bacaklarını”.
- ”İstersen hemen dönebilirim babacığım. Ben geçen yıl okuldan atıldım çünkü”.
Adam masanın üzerindeki soğuk su dolu sürahiyi başından aşağıya devirir ve ancak bu şekilde konuşmasını sürdürür;
- ”Okuldan’mı atıldın? Hani birlikte avukatlık yapacaktık, zilli? Eh ulan sen hele bi gel buraya ben sana yapacağımı bilirim. Evden dışarıya adım attırmiycam sana ilk isteyenle’de evlendiricem”.
- ”O iş zor be baba biliyorsun, moda oldu, artık evlenmeden önce eşler birbirlerinden sağlık raporu istiyorlar pek iyi bi rapor sunacağımı zannetmiyorum ben”.
- ”Allahım, çıldıracağım bir de cinsel hastalıklar haaa… kesin o zencidendir”.
- ”Çok pis arkadaşları vardı. Bilmem artık hangisinden kapmışımdır”.
Güm diye bir ses duyulur. Adam kısa bir süre için kendinden geçmiştir ancak hemen kendisini toparlayıp tekrar telefonu alır.
- ”Hemen bu akşam dayını yolluyorum oraya seni alıp gelecek. Adresini ver bakim”.
- ”Mahmutpaşa Karakolu’ndayım gelirken kefalet için de biraz para getirsin yanında”.
- ”Karakol’mu? bi’de karakola’mı düştün layyynnn? Ne yaptın?”.
- ”Dün kafam çok bozuktu, çok içmişim. Araba kiralayıp dolaşmaya çıktım. O kafayla Arnavutköy’de kokoreççi dükkanına girdim. Ama neyse’ki kimse ölmedi. Dükkan sahibiyle kiralık araba firmasına biraz para vermek gerekir sanırım”
Adam artık iyice fenalaşmıştır. Hatta fenalaşmak ne kelime adeta kahrolmuştur. Telefonda kısa bir sessizlik olur. Kız tekrar konuşmaya başlar;
- ”Babacığım sakın üzülme bütün bunlar bir şakaydı. Ben sadece sınıfta kaldığımı söylemek için aramıştım”.
Bunun üzerine adam sevinçle ve mutlulukla haykırır;
- ”Canın sağolsun be güzelim, boşveeerrr. Okul’da neymiş? Hiç mühim değil, tatlı canın sağolsun senin”…
- ”Baba, merhaba Ben Lale”.
- ”Ooooo Güzel kızım benim. N’abersin bakalim?”.
- ”Hiç sorma babacığım. Hiç keyfim yok valla”.
- ”Hayırdır? Bi sorun’mu var?”.
Kız ağlamaya başlar babası ise üzüntü ve meraktan kafayı yemektedir;
- ”N’ooldu kızım? anlatsana”.
- ”Murat evi terketti. Boşanmak istiyormuş”.
- ”Ne evi lan? Ne boşanması? Sen ne zaman evlendin’de bosaniyorsun”.
- ”Hani senin hiç hoşlanmadığın esrarkeş çocuk vardı’ya ben onunla evlendim”.
- ”iyi halt ettin, zilli neyse, artık yapacak bi şey yok. Versin mahkemeye, hemen boşanın”.
- ”Boşanalım ama benden 10 milyar istiyor. Eğer vermezsem, iyi zamanlarımızda çektiği çıplak fotoğraflarımı internetten herkese yollayacakmış”.
- ”Püüh. Rezil… Çıplak fotoğraf çektirdin, öyle mi?”.
- ”Ama babacığım O benim kocamdı. Ne biliyim böyle bir puştluk yapacağını”.
- ”Peki Olan olmuş artık. Yarın havale ederim parayı ögleden sonra Bankaya gidip çekersin sonra da alıp yakarsın o kahrolası fotografları”.
- ”Sağol baba Eeee şey bi’de kürtaj için 2 milyara ihtiyacım var”.
Adam artık iyice fenalaşır. Boğuk bir sesle konuşur;
- ”Kürtaj’mı? Bi’de hamile’mi kaldın o çocuktan sen?”.
- ”Aslında ondan değil… Zenci bi çocuk vardı… Zaten o yüzden ayrılıyoruz’ya”.
Adam bayılmak üzeredir. Nabzı yükselir, tansiyonu düşer, artık inleyerek konuşmaktadır;
- ”Biz seni oraya okumaya yollamıştık. Sen ne haltlar çevirmişsin. Allahım nedir bu başımıza gelenler okulu bitirir bitirmez Ankara’ya dönüyorsun, yoksa kırarım bacaklarını”.
- ”İstersen hemen dönebilirim babacığım. Ben geçen yıl okuldan atıldım çünkü”.
Adam masanın üzerindeki soğuk su dolu sürahiyi başından aşağıya devirir ve ancak bu şekilde konuşmasını sürdürür;
- ”Okuldan’mı atıldın? Hani birlikte avukatlık yapacaktık, zilli? Eh ulan sen hele bi gel buraya ben sana yapacağımı bilirim. Evden dışarıya adım attırmiycam sana ilk isteyenle’de evlendiricem”.
- ”O iş zor be baba biliyorsun, moda oldu, artık evlenmeden önce eşler birbirlerinden sağlık raporu istiyorlar pek iyi bi rapor sunacağımı zannetmiyorum ben”.
- ”Allahım, çıldıracağım bir de cinsel hastalıklar haaa… kesin o zencidendir”.
- ”Çok pis arkadaşları vardı. Bilmem artık hangisinden kapmışımdır”.
Güm diye bir ses duyulur. Adam kısa bir süre için kendinden geçmiştir ancak hemen kendisini toparlayıp tekrar telefonu alır.
- ”Hemen bu akşam dayını yolluyorum oraya seni alıp gelecek. Adresini ver bakim”.
- ”Mahmutpaşa Karakolu’ndayım gelirken kefalet için de biraz para getirsin yanında”.
- ”Karakol’mu? bi’de karakola’mı düştün layyynnn? Ne yaptın?”.
- ”Dün kafam çok bozuktu, çok içmişim. Araba kiralayıp dolaşmaya çıktım. O kafayla Arnavutköy’de kokoreççi dükkanına girdim. Ama neyse’ki kimse ölmedi. Dükkan sahibiyle kiralık araba firmasına biraz para vermek gerekir sanırım”
Adam artık iyice fenalaşmıştır. Hatta fenalaşmak ne kelime adeta kahrolmuştur. Telefonda kısa bir sessizlik olur. Kız tekrar konuşmaya başlar;
- ”Babacığım sakın üzülme bütün bunlar bir şakaydı. Ben sadece sınıfta kaldığımı söylemek için aramıştım”.
Bunun üzerine adam sevinçle ve mutlulukla haykırır;
- ”Canın sağolsun be güzelim, boşveeerrr. Okul’da neymiş? Hiç mühim değil, tatlı canın sağolsun senin”…
besinciden 2, bir danede yolda kadiefendi.
-Yaz katip efendi:
- Salim oglu Rustem’in don giymeye vakti olmadigindan
beraatine……..
-Yaz katip efendi:
- Salim oglu Rustem’in don giymeye vakti olmadigindan
beraatine……..
TANIYAMADIM
kadının biri, 46 yaşındayken kalp krizi geçiriyor
ve
hastaneye
kaldırılıyor.
Ameliyat masasındayken, ölüme yakın, birden
biHayal
görüyor.
Azraili görüyor ve soruyor: "Benim saatim
geldimi?"
Azrail cevap veriyor: Hayır, senin daha 43 sene,
2 ay
vede 8
günün
var".
Narkozdan uyandığında, estetik yaptırmaya karar
veriyor.
Yüzünü gerdirttiriyor, dudaklarını
doldurtturuyor vede
Göğünslerini düzelttiriyor.
Kısacası: "Yeniden doğmuş gibi"
Daha uzun bir süre yaşıyacağını bildiği için
şimdi, o
kadar
ameliyatın değdiğini düşünüyor.
Son ameliyattan sonra, hastaneden
tamamen yeni bir insan gibi çıkıyor.
Tam karşıdan karşıya
geçiyor ki, ambülans çarpıyor. Ölüyor.
Cenette Azrail’e
soruyor:
"40 seneden daha fazla yaşıyacağımı sanıyordum!
Neden o zaman bana o ambülansın çarpmasını
sağlayıp,Beni
öldürttün?"
Azrail cevap veriyor:
Kız, ben seni
tanıyamadım
ve
hastaneye
kaldırılıyor.
Ameliyat masasındayken, ölüme yakın, birden
biHayal
görüyor.
Azraili görüyor ve soruyor: "Benim saatim
geldimi?"
Azrail cevap veriyor: Hayır, senin daha 43 sene,
2 ay
vede 8
günün
var".
Narkozdan uyandığında, estetik yaptırmaya karar
veriyor.
Yüzünü gerdirttiriyor, dudaklarını
doldurtturuyor vede
Göğünslerini düzelttiriyor.
Kısacası: "Yeniden doğmuş gibi"
Daha uzun bir süre yaşıyacağını bildiği için
şimdi, o
kadar
ameliyatın değdiğini düşünüyor.
Son ameliyattan sonra, hastaneden
tamamen yeni bir insan gibi çıkıyor.
Tam karşıdan karşıya
geçiyor ki, ambülans çarpıyor. Ölüyor.
Cenette Azrail’e
soruyor:
"40 seneden daha fazla yaşıyacağımı sanıyordum!
Neden o zaman bana o ambülansın çarpmasını
sağlayıp,Beni
öldürttün?"
Azrail cevap veriyor:
Kız, ben seni
tanıyamadım
Temel tavuk yetistirmeye karar verir. Pazardan 30 adet civciv alir ve
bunlari bacaklarindan topraga gömer.
bunlari bacaklarindan topraga gömer.
Bir hafta sonra kontrole gittiginde civcivlerin hepsi ölmüstür. Her halde bir
yanlislik yaptim der ve 30 civciv daha alir. Bunlari kafa üstü gömer ve
hergün sular, civcivler yine ölmüstür.
yanlislik yaptim der ve 30 civciv daha alir. Bunlari kafa üstü gömer ve
hergün sular, civcivler yine ölmüstür.
Tekrar 30 civciv alir ve bunlari yan gömerek iki günde bir gübreler civcivler
yine ölmüstür. Böyle olamayacagina kanaat getirir ve Karadeniz
Üniversitesine yazi yazarak bütün herseyi denedigini yinede civcivlerin
öldüğünü anlatir ve cevap ister…..
İki hafta sonra Karadeniz Üniversitesinden cevap gelir.?
Lütfen toprak numunesi gönderin, bizde anlayamadik! :gul::gul:
yine ölmüstür. Böyle olamayacagina kanaat getirir ve Karadeniz
Üniversitesine yazi yazarak bütün herseyi denedigini yinede civcivlerin
öldüğünü anlatir ve cevap ister…..
İki hafta sonra Karadeniz Üniversitesinden cevap gelir.?
Lütfen toprak numunesi gönderin, bizde anlayamadik! :gul::gul:
Bir gün temel 8 tane vesikalık fotoğraf cektırecekmis dursun demiskı bosuna para verme ben cekerim fotoğrafını temelde tamam demis temel erkenden kalkmıs 8 tane cukur kazmıs cukurların icine girip teker teker cekilmek icin bunu gören dursun uyyy temel ne yaptun daa ne gerek vardı 8 tane cukur kazmaya ben 8 tane fotograf makinersi getidim demiş.
Temel ile Dursun tatile giderler. Bir otele yerleşip at alırlar ve gezerler. Akşam atlarını bağladıklarında Temel Dursuna::
-Ha Dursun ben kendi atımın kuyruğunu keseyrum ki yarın bindiğimizde atları karıstırmayalım.
Dursun da tamam dedikten sonra atın kuyruğunu keser. Bunu goren bir adam ne icindir bilinmez diğer atın da kuyruğunu keser. Derken sabah atlara binmek icin geldiklerinde iki atın da kuyrugunun kesik oldugunu görünce biraz kızarlar. Ama bu günlük idare edelim diyerek rasgele binerler. Akşam otele gelip atlarını bağlarken bu sefer Dursun Temele söyle der:
-Ula Temel ben kendi atımın sağ kulağını keseyrum. Ve keser… Diğer adam öbür atın da kulağını keser. Sabah yine kalkıp atları görünce kızarlar yine idare edelim deyip tekrar gezerler. Akşam geldiklerinde Temel atının sol kulağını da keser. Diğer adam da boş durmaz o da keser. Sabah bunu gören kafadarlar çok kızarlar. Temel sinirli sinirli:
-Ha Dursun bu böyle olmayacak sen siyah ata bin ben beyaz ata…
-Ha Dursun ben kendi atımın kuyruğunu keseyrum ki yarın bindiğimizde atları karıstırmayalım.
Dursun da tamam dedikten sonra atın kuyruğunu keser. Bunu goren bir adam ne icindir bilinmez diğer atın da kuyruğunu keser. Derken sabah atlara binmek icin geldiklerinde iki atın da kuyrugunun kesik oldugunu görünce biraz kızarlar. Ama bu günlük idare edelim diyerek rasgele binerler. Akşam otele gelip atlarını bağlarken bu sefer Dursun Temele söyle der:
-Ula Temel ben kendi atımın sağ kulağını keseyrum. Ve keser… Diğer adam öbür atın da kulağını keser. Sabah yine kalkıp atları görünce kızarlar yine idare edelim deyip tekrar gezerler. Akşam geldiklerinde Temel atının sol kulağını da keser. Diğer adam da boş durmaz o da keser. Sabah bunu gören kafadarlar çok kızarlar. Temel sinirli sinirli:
-Ha Dursun bu böyle olmayacak sen siyah ata bin ben beyaz ata…
Temel’in Arabası
Temel Dursun’a arabasının öyküsünü anlatıyordu: ‘Bir gün otostop yapiyordum ki önümde, bu arabayla, mini etekli güzel bir bayan durdu ve beni arabasına aldı. Bir süre gittikten sonra kadın arabayı kuytu bir köşeye çekti. Mini eteğini iyice yukarı çekip, dudaklarini ıslattı ve "Benden ne istersen alabilirsin" dedi, ben de arabasini aldim. Dursun : İyi etmişsin Temel, zaten mini etek sana hiç yakismazdi.
100 Hamsi
Dursun Temel’e sormus : Uşagum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun? Temel : 100 tane yerim valla… Dursun : Hadi oradan yesen yesen 1 tane yersin geriye kalan 99 hamsiyi oruçsuz yersin… Bu espri Temel in acaip hoşuna gitmis.Yolda Cemal i görmüs ve hemen sormus: Usagum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun? Cemal : 50 tane yerim ben… Temel : Tüh be usagim 100 deseydun sana müthis bir espiri yapacaktum…
Temel Dursun’a arabasının öyküsünü anlatıyordu: ‘Bir gün otostop yapiyordum ki önümde, bu arabayla, mini etekli güzel bir bayan durdu ve beni arabasına aldı. Bir süre gittikten sonra kadın arabayı kuytu bir köşeye çekti. Mini eteğini iyice yukarı çekip, dudaklarini ıslattı ve "Benden ne istersen alabilirsin" dedi, ben de arabasini aldim. Dursun : İyi etmişsin Temel, zaten mini etek sana hiç yakismazdi.

Dursun Temel’e sormus : Uşagum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun? Temel : 100 tane yerim valla… Dursun : Hadi oradan yesen yesen 1 tane yersin geriye kalan 99 hamsiyi oruçsuz yersin… Bu espri Temel in acaip hoşuna gitmis.Yolda Cemal i görmüs ve hemen sormus: Usagum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun? Cemal : 50 tane yerim ben… Temel : Tüh be usagim 100 deseydun sana müthis bir espiri yapacaktum…
Dursun, çok feci bir trafik kazası geçirir… Koma halinde hastaneye kaldırırlar. Tedavi olurken kendine gelir. Yatağında bakar ki bir kolu yok… Hepten morali bozulur, asabileşir. Bir taraftan da hastaneyi birbirine katar:
-Ben tek kolla nasıl yaşarım şimdi!
Diye bağırıp çağırır. Kendini hastanenin penceresinden atıp intihar edeceğini söyler. Doktorlar başına toplanır, bakarlar Dursun ciddi, başlarlar nasihata:
-Bak evladım, insan tek kolla da yaşayabilir, ölmediğine şükretsene. Sonra beterin beteri var. Geçen yıl Temel de kaza geçirdi. Onun iki kolunu birden kesmek zorunda kalmıştık… Ama o senin gibi bağırıp, hastaneyi birbirine katmadı. Şimdi de gül gibi yaşayıp gidiyor. İnanmazsan git de bak.
Dursun, bir an sakinleşir, gider yukarı mahallede Temel’i bulur. Bir de bakar ki, Temel’in hakikaten iki kolu kesik ama, Temel bahçede kıvır kıvır oynuyor, hem de nasıl oynuyor…
Bizim Dursun’un kafası karışır ve hayretle Temel’e yaklaşır:
-Ula Temel, eyi ki seni gördüm, yoksa hayatum gideyidi. Ula bizim bi kolumuz kesildi diye intihar edeceğidum. Ama senin, iki koli kesik vaziyette, hem de bi dansöz gibi oynamana karşı teselli oldum… Şu dünyanın haline bak, benum tek kolum kesildi diye intihar edecek kadar beyinsuzum, sense iki koli yok göbek ataysun… Derken, Bizim Temel patlar:
-Ula sen manyak misun, ne göbek atmasi. Sırtım fena halde kaşuniyi… Patlayrum……
-Ben tek kolla nasıl yaşarım şimdi!
Diye bağırıp çağırır. Kendini hastanenin penceresinden atıp intihar edeceğini söyler. Doktorlar başına toplanır, bakarlar Dursun ciddi, başlarlar nasihata:
-Bak evladım, insan tek kolla da yaşayabilir, ölmediğine şükretsene. Sonra beterin beteri var. Geçen yıl Temel de kaza geçirdi. Onun iki kolunu birden kesmek zorunda kalmıştık… Ama o senin gibi bağırıp, hastaneyi birbirine katmadı. Şimdi de gül gibi yaşayıp gidiyor. İnanmazsan git de bak.
Dursun, bir an sakinleşir, gider yukarı mahallede Temel’i bulur. Bir de bakar ki, Temel’in hakikaten iki kolu kesik ama, Temel bahçede kıvır kıvır oynuyor, hem de nasıl oynuyor…
Bizim Dursun’un kafası karışır ve hayretle Temel’e yaklaşır:
-Ula Temel, eyi ki seni gördüm, yoksa hayatum gideyidi. Ula bizim bi kolumuz kesildi diye intihar edeceğidum. Ama senin, iki koli kesik vaziyette, hem de bi dansöz gibi oynamana karşı teselli oldum… Şu dünyanın haline bak, benum tek kolum kesildi diye intihar edecek kadar beyinsuzum, sense iki koli yok göbek ataysun… Derken, Bizim Temel patlar:
-Ula sen manyak misun, ne göbek atmasi. Sırtım fena halde kaşuniyi… Patlayrum……
Miyav Dedik ya
Iki deli, akil hastahanesinden kaçmaya karar vermisler. Gece vakti hizli bir
sekilde duvardan atlayarak bosluktaki tarlaya çikmislar. Tellerin arasindan
sürünerek ilerlerken bir bekçi bunlarin hisirtisini duymus. Hemen bagarmis :
- Kim varorada?
Delilerden biri hemen :
-Miyav, miyavvv…
Diye seslenmis. Hisirtiyi kedinin çikardigini sanan bekçi tam geri dönecekken
deliler yine sürünmeye ve hisirtilar çikartmaya baslamislar. Bekçi hemen
dönmüs ve bagarmis :
- Kim var orada?
Iyice sinirlenen deli :
-Miyav dedik ya len…
sekilde duvardan atlayarak bosluktaki tarlaya çikmislar. Tellerin arasindan
sürünerek ilerlerken bir bekçi bunlarin hisirtisini duymus. Hemen bagarmis :
- Kim varorada?
Delilerden biri hemen :
-Miyav, miyavvv…
Diye seslenmis. Hisirtiyi kedinin çikardigini sanan bekçi tam geri dönecekken
deliler yine sürünmeye ve hisirtilar çikartmaya baslamislar. Bekçi hemen
dönmüs ve bagarmis :
- Kim var orada?
Iyice sinirlenen deli :
-Miyav dedik ya len…
Akıl Hastanesine Giriş Sınavı
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?
Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?
Doktor:
Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz.
Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz.
Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz.
Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz.
Siz Ne yapardınız?
Adam: OOO ! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve
fincandan büyük.
fincandan büyük.
Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tıpasını çeker.
ŞİİR GİTTİN AMA BİR ŞEYİ UNUTTUN
GİTTİN ! AMA BİR ŞEYİ UNUTTUN !
Kızgınsın biliyorum,hatta kırgınsın bana,
Bense kalışımdaki suskunluğumla, sana sesleniyorum ;
Hızla kaçıyorum içimdeki tenha ülkeden,
Yamaçlara vuruyorum yüreğimi.
Ayaklarıma dolaşıyor mevsimler,
Aşk kuyusunda Yusuf oluyor sözlerin.
Bense yine koşuyorum düşlere.
Gönül infilak halinde şimdi,
Ayrılık fırtınası boğazıma kaçan…
Damarlarımdan çekiliyor aşkın yalanı,
Tüm sözler geçmiş zaman oluyor bende.
Bir avuç hasrete dem vuruyor,
Külleri batıyor gözlerinin, içime…
Kimsesiz bir söz aramızdaki,
Zamansız susuşlarla çevrili…
Gittikçe daralıyor yaşam çemberim,
Susmaktan öteye gidemiyor cesaretim.
Aşk iki kişinin tekleşme yarışıdır,
Ve bu yüzden tüm ayrılıklar erken yaşanır !
Yaşlanmışlığım zamandan değil, aşktan…
Şimdi hicaz bir hüzün soluyor gözlerim,
Ruhuma ecel firakı süzülüyor.
İçimi kanatıyor galeyan bir sızı,
En diri ölüm ayrılık olmalı…
Susuşlarıma düşüyor gaib bir aşk,
Ayrılığa borcum mahşer vaadi.
Gittin ! Ama bitmedin!
Bense kalışımdaki suskunluğumla, sana sesleniyorum ;
Hızla kaçıyorum içimdeki tenha ülkeden,
Yamaçlara vuruyorum yüreğimi.
Ayaklarıma dolaşıyor mevsimler,
Aşk kuyusunda Yusuf oluyor sözlerin.
Bense yine koşuyorum düşlere.
Gönül infilak halinde şimdi,
Ayrılık fırtınası boğazıma kaçan…
Damarlarımdan çekiliyor aşkın yalanı,
Tüm sözler geçmiş zaman oluyor bende.
Bir avuç hasrete dem vuruyor,
Külleri batıyor gözlerinin, içime…
Kimsesiz bir söz aramızdaki,
Zamansız susuşlarla çevrili…
Gittikçe daralıyor yaşam çemberim,
Susmaktan öteye gidemiyor cesaretim.
Aşk iki kişinin tekleşme yarışıdır,
Ve bu yüzden tüm ayrılıklar erken yaşanır !
Yaşlanmışlığım zamandan değil, aşktan…
Şimdi hicaz bir hüzün soluyor gözlerim,
Ruhuma ecel firakı süzülüyor.
İçimi kanatıyor galeyan bir sızı,
En diri ölüm ayrılık olmalı…
Susuşlarıma düşüyor gaib bir aşk,
Ayrılığa borcum mahşer vaadi.
Gittin ! Ama bitmedin!
En çoktan ve en baştan başladı her şey,
Hüzün kaldığı yerden,sevda en derinden devam etti.
Bu gidiş bana hiç yaramadı.
Şimdi daha çok korkuyorum geceleri,
Ve daha çok kanıyorum sana ;
Adın yaramda tuz, kanım son mevsiminde güz !
İçimde külleniyor hüzün türküleri,
Gurbet soluyor cümleler, yalnızlığıma.
Ardında bıraktığın bir ihtimalle çıkıyorum,
Beni bir başıma bıraktığın bu yolda !
Gittin yar ! Gittin ama bitmedin.
Hüzün kaldığı yerden,sevda en derinden devam etti.
Bu gidiş bana hiç yaramadı.
Şimdi daha çok korkuyorum geceleri,
Ve daha çok kanıyorum sana ;
Adın yaramda tuz, kanım son mevsiminde güz !
İçimde külleniyor hüzün türküleri,
Gurbet soluyor cümleler, yalnızlığıma.
Ardında bıraktığın bir ihtimalle çıkıyorum,
Beni bir başıma bıraktığın bu yolda !
Gittin yar ! Gittin ama bitmedin.
Unutulmuşluğun koynunda yeşerdi zaman,
Göklerden taştı ahım, feryadım.
Aklımı kaybettim firari akşamlarda,
Hep seni düşündüm, hep seni üşüdüm.!
Şimdi bir avuç Sus sürüldü dilime,
Gözlerime katran bir hayal çekildi.
Kan gözlü ölümler düşüyor kahrıma,
Alnımda yıllanmış yıllar duruyor.
Gittin yar ! Gittin ,ama bir şeyi unuttun.
Göklerden taştı ahım, feryadım.
Aklımı kaybettim firari akşamlarda,
Hep seni düşündüm, hep seni üşüdüm.!
Şimdi bir avuç Sus sürüldü dilime,
Gözlerime katran bir hayal çekildi.
Kan gözlü ölümler düşüyor kahrıma,
Alnımda yıllanmış yıllar duruyor.
Gittin yar ! Gittin ,ama bir şeyi unuttun.
Şimdi yastığımda nemli bir hüzün,
İçimde küsüşümün izleri duruyor.
Ve kanıyor içimdeki Sen !
Ve içimde ateş çemberi bir yalnızlık üşüyor.
Ve ben burada her gün ölüyorum.
İntiharımı ilan ediyor takvimler.
Gittin yar ! gittin
Ama giderken kendini almayı unuttun,
Ve ben bu yüzden hiç olmadığım kadar suskunum !
İçimde küsüşümün izleri duruyor.
Ve kanıyor içimdeki Sen !
Ve içimde ateş çemberi bir yalnızlık üşüyor.
Ve ben burada her gün ölüyorum.
İntiharımı ilan ediyor takvimler.
Gittin yar ! gittin
Ama giderken kendini almayı unuttun,
Ve ben bu yüzden hiç olmadığım kadar suskunum !
Bitiyor zaman.
Tüm saatler kum saatinin içinde birbiri üstüne yığılıyor. Sahte mutluluklar giyiniyor sözcükler. Sen-ben savaşında imtiyazsız yarınlara bugünden açıyorum gözlerimi.
Savaşacak kadar bile yakın olmayışımızı bilirim. Bilirim, acı verişindir bu kadar sözcük dizdiren. Ömrümü ömrünün ardında sürüyen… Aynaları kırıldı mutluluğumun. Söz dinlemeyen yanımı artık çok iyi tanıyorum. Ayağım takılıyor bir acıya ve yokluğunun üstüne düşüyorum.
Hala üşüyorum…
İğne deliğinden geçiriyorum sevdayı. Sen oluyor nakışımın adı. Bir an sen oluyorum anlayışsız, vurdumduymaz… Sonra bana dönüyorum.
Bak hala ağlıyorum…
Harf harf işlerken kelimelerimi, şimdiden yerleştiriyorum acılarımı parmaklarımın ucuna. Son düşen cemreyi de ayırıyorum payıma. Kapatıyorum gözlerimi. Hadi git yâr, geldiğin gibi. Acıttığın yerden tüm acılarımı da topla git hadi.
Anlamadım yâr…
Sen mi yâr olmadın yoksa ben mi yarenlikten uzaktım? Hangi kıyıya vurmuştu aramızdaki eksik o taş? Hangi şarkıda yarım kalmıştı notamız? Hangi satır içine sığdırabilmişti de seni; sen bulunmazım olmuştun?
Ah yâr sana bağlamazsam sözcüklerimi, hep anlamsızlık oluyor yüreğimin dili. Sana bağlandığında da gözyaşına paralel oluyor. Yok mu önümde senden gayri gidecek bir yol? İçim yine aynı mısraları tekrarlıyor. Yamaçlarımda senli güzel düşlerim var, ama düşlerime damlayan zehir de sensin yâr.
Bulamadım yâr…
Seni bu kadar ararken kendime bir mutluluğu da bulamadım. Zamandan bir bir çalıp saatleri sızlayan yanlarıma kattım. Ben acıyı aşka yama yaptım. Hafife almadım duyuları. Kuytu köşelerde ölümüne besledim sevdayı. Acıydı bildiğim aşkın ön adı. Hiçbir şehre sığmadı yüreğim. İstanbul sen de yüreğimi ayaklarına doladın. Ve sen düştün ben kanadım. Ezildim, yarama yine koskoca bir kenti bastım.
Büyük bir uykudan ibaret sandım satırlarda yaşamayı. Kelimeleri vurdum kumsallara. Canımı ağrıttım ardında. Ve bir taş daha attım içimin karanlık dehlizine. Hüzün meskenine kilitli aşk hangi makamı kabul ediyordu ki sözlerine? Hangi yaram düşlerimi sana vurduğumda acı damlatmıyordu? Gerçeğimde olmayan yâr gönlümden git!
Hadi git!
Ben sarsılan bir şehrin enkazı olmaya razıyım. Ben, yine kâbuslar saklarım yatak başlarımda. Ve sana şiirler biriktirmekten vazgeçerim. Sessizliğimin sesini dinlerim bir sonbahar sabahında.
Hadi git yâr!
Daha fazla sen yüklenemiyor kalbim. Daha derin düşleri kaldıramıyor bedenim. Kalmadı lügatimde içimi yakmayan bir söz. Bendeki resmini sakladığım sandık; bir çift göz…
Yâr! ekseni değişti artık dünyamın. Ne geceleri uykuya teslim ediyorum düşüncelerimi. Ne de sabahları gündoğumlarıyla yeni bir yelken açabiliyorum kurtuluşuma. Her benle başlayıp senle devam etmek zorunda olan gün, dikenli bir dal oluyor bana.
Hadi gönlüm defalarca düş uçurumlardan, kan-revan ol. Ve boşalt içini. Damarlarından ansızın geçen ve “yar”ı anlamlı kılan ezinci katlet. Bitir bu sonsuz şiiri. Son bulsun ağıt tadındaki sevgi söylemleri. Yâr yüreğimdeki ‘is’ini başka bir yere sevk et hadi.
Ah yâr gün gün mısralar döktün içime. Yüreğimi sana dair söylenmiş mısralarımla yıkadın. Ben hep sana uzaktım. Yollarda kaybolsam sen önüme çıkan tuzaktın. Ben, her gece gözyaşlarımla yıkadığım masallarımı saçlarına yolladım. Saçlarından kulaklarına musalla taşı gibi bir soğuklukla inip, beni sana anlatır sandım.
Yanıldım…
Hicran yağmurlarından sıyrılıp ötelerde kendimi aradım, bulamadım…
Hayatımın gençlik satırlarında adı geçen yâr. Sırtımı her döndüğümde bir can yitirdim bu bahar… İdama giderken hislerim, güneşim yüzünü görmeyi bekledim hep. Kalemi kırık bir aşkı mühürledim yüreğime. “unuttum” diye haykırırken bile unutmadığımı ispatlıyordum kendime.
Yoruldum yâr…
Bütün kapılarımı kapatmaya hazırlanıyorum gönlümün. Kimliğimi hediye edip bu şehre, her bir adımımda anıları sürükleyip ardımdan ve rotamı da ekleyip nabzıma gidiyorum…
Mutlu günlerin gelmesini bekleyen çehremdeki çizgileri siliyorum. Ceplerimi dolduruyorum yedekteki acılarla. Her sabah yüzümü yıkadığım tavana asıyorum hayallerimi. Ansızın içime düştüğün günden beri ayakları burkuldu ömrümün. Ve ben her gün bir daha ölmek için uyanır oldum uykumdan. Paslandı gözlerim.
Sen kendin için kal yâr ben senin için giderim.
Bu defa sürgünlere giden yüreğime bedenimi de eklerim.
Bağdat olurum yıkılırım kurşunlara. Filistin olurum kalırım duvarlar arasında. Ama yine de İstanbul’u saklarım alınyazımda.
Nerde olursam olayım unutma yâr; yarın yeni bir gün ve her yeni günde olduğu gibi senli ölüme hazırlanıyor gönlüm…
ŞİİR ÖZÜR DİLERİM
ÖZÜR DİLERİM
Bir mavi gökyüzüydü yaşama dair kurduğum tek hayal….
Yemyeşil düz bir alan ve masmavi bir gökyüzünden oluşuyordu yalnız yaşadığım dünyam, gözlerimi kapadığımda. O sonu gelmez alanda tek bir ağaç ve altında dizlerim karnımda ben vardım sadece. Bundan öte hiç hayal kuramadım ya da planlayamadım yaşamımı…
Ve bir gün sen çıktın karşıma; sanki biliyormuşum gibi geleceğini, uzattım ellerimi, gözlerimse yemyeşil gözlerinde kalakaldım…
Sanki biliyormuşum gibi
Hazırdım gelişine
Ellerimle tutarım sandım
Uzandım gözlerine
Hazırdım gelişine
Ellerimle tutarım sandım
Uzandım gözlerine

Ellerim temizdi oysa
Bunca kir benden değil
Pay almak istedim güzelliğinden
Niyetim kötü değil
Bunca kir benden değil
Pay almak istedim güzelliğinden
Niyetim kötü değil
İncittiysem özür dilerim bebeğim
Kirlettiysem özür dilerim
Kirlettiysem özür dilerim
Kenarımın süsüyle meşgulken sen, ben yaşama nedenimin gözlerine bakıyordum… Sen pişmanlıklar içinde kıvranırken, bir tek gülüşüne ömür harcarım diyordum ben. Zaman geçip gidiyor derken sen, hayatım sende son bulacak diyordum gülümseyerek… Sen elinden gelen en fazlasını yapıp, "çok seviyorken" ben o kadarcık sevdayla sardunyalarımı suluyordum. Ve bilir misin sardunyaları yaşatmak zordur bir de yaz gecelerinde….
Yüzün sinmiş düşlerime
Lekeleri çıkmıyor gülüşünün
Suçu yıktın üzerime
Yargılıyor masumiyetin
Lekeleri çıkmıyor gülüşünün
Suçu yıktın üzerime
Yargılıyor masumiyetin
İstemezdim böyle bitsin
Üzülmeni istemedim
Güç almak ister misin
Ellerimi göndereyim
Üzülmeni istemedim
Güç almak ister misin
Ellerimi göndereyim
İncittiysem özür dilerim bebeğim
Kirlettiysem özür dilerim
Kirlettiysem özür dilerim
4 Kasım 2013 Pazartesi
iSLAMDA EVLiLiK ve AİLE HAYATI 2
a) Erkek çocuk büluğ çağına gelmemiş olmalıdır. Ancak çocuk büluğ çağına geldiği halde sakat, kötürüm, felçli ve müzmin şekilde hasta olur ve kazanmaktan aciz bulunursa yine babanın nafaka yükümlülüğü devam eder.
b) Fakir olmalıdır. Çocuğun kendine ait malı varsa, masraflar ondan yapılabilir.
c) Baba, çocuklarına bakmaya muktedir olmalıdır. Bu, babanın ya zengin ya da çalışabilecek durumda olmasıyla gerçekleşir.
d) Babanın ve çocuğun hür olmaları gerekir.
Babanın kız çocuğuna bakma yükümlülüğünün şartları
a) Kızda büluğ ve yaş aranmaz. Evleninceye kadar kız çocuklarının geçimi babaya aittir. Evlendikten sonra bu yükümlülük kocasına geçer. Kocası ölür veya boşanırlarsa kadın yine babasının evine döner. Kadın çalışıp kazanmaya zorlanamaz. Fakat Islâmî ölçüler içinde bir iş veya meslekte çalışıp kazanmak isterse bu da câizdir.
b) Fakir olmalıdır. Eğer kızın malı varsa, geçimi ondan sağlanır.
c) Baba, çalışıp kazanmaya muktedir veya zengin olmalıdır.
d) Babanın ve kızın hür olmaları gerekir.
Bir kimsenin yakınlarının geçimini sağlarken öncelik vereceği kimseler hadis-i şerifte şöyle belirlenmiştir: Ebû Hûreyre (r.a) nakleder: "Bir adam Resûlullah (s.a.s)'a gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın elçisi! Benim yanımda bir dinar para var, nereye sarfedeyim? Hz. Peygamber; "Kendi ihtiyacın için sarfet" buyurdu. Adam: "Yanımda başka bir dinar daha var" dedi. Hz. Peygamber; Eşine sarfet" buyurdu. Adam dedi: "Başka bir dinar daha var". Hz. Peygamber; "Çocuklarına sarfet" buyurdu. Adam:
"Bir dinar daha var" dedi. Hz. Peygamber, onu da hizmetçisine harcamasını söyledi. Son bir dinar daha olduğunu söyleyince de; "Sen onu nereye harcayacağını daha iyi bilirsin" buyurarak, bu konuda onu serbest bıraktı" (Ahmed b. Hanbel, II, 251, 471; Nesâî, Zekât, 54).
Bu, İslâm'da rüşvet sayılmış, bir anlamıyla "mukerrem" olan insanı mal gibi satmak olarak görülmüş ve haram olduğu söylenmiştir. Ancak bunun nikâhın gereği olan "mehir"le karıştırmamak gerekir. "Mehir" bir garanti ve değer belgesi olarak evlenecek kadına verilen ya da bu maksatla velileri tarafından alınıp yine ona harcanan para ya da eşyadır. "Başlık" ise kadının Babası, ağabeyisi vs. tarafından alınıp kendine harcadığı para ya da eşyadır. Haram olan bu ikincisidir. Bazı kaynaklarda kız tarafına verilen para, gönül rızasıyla da olsa haramdır, denilmektedir.
Bir kızı evlendirmek ya da nikâhdan sonra teslim etmek için, onun anne-Babasından, ya da akrabasından birinin: "ağırlık", "başlık", "kaftanlık", "abilik", "dayılık" gibi adlarla para, ya da başka birşey alması, rüşvet türünden olduğu için haramdır: Bu aynı zamanda şerefli yaratılan bir insanı, meta' gibi parayla satmak anlamına da geldiğinden, çok çirkin bir şeydir. Bir babanın kızına, onu parayla satmasından daha büyük hakareti düşünülebilir mi?
Işin garibi, Anadolumuzun birçok yöresinde bu uygulama vardır ve adına da açıktan açıga "satmak" tâbir olunur. Imam-Hatip Okulu'nun iki yılını okuduğum Yozgat'ta, sınıf arkadaşımın; "ablamı bu sene sattık" sözünü çok ilginç bulmuştum ve hâlâ unutamıyorum.
Işin bir diğer kötü yönü daha vardır: Islâm'ı her fırsatta lekelemek isteyen egemen güçler, Anadolu'daki bu uygulamayı, ustaca ifadelerle Islâm'danmış gibi gösterir ve İslâm'dan çok kendilerine yakın olan bu cahillerin suçunu İslâm'a malederler. Bu uyguIamayı yapanlar, bir de buna sebep oldukları için sorumludurlar.
Ancak dügün hazırlıkları ve işlerinin yürümesi için, anlaşma ile, hizmet bedeli olarak verilen şey başlık değildir, damat onu geri alamaz. Halbuki başlıkparası olarak verdiği eşya ve parayı geri almak hakkıdır. Peşin değil de, sonradan vereceğini söylemişse, hiç vermemek de hakkıdır. Vermezse hiçbir şey gerekmez.
Başlıkparasını, yerinde anlatacağımız mihirle de karıştırmamak gerekir.
Başörtüsü nasıl olmalıdır? Çene altının da mahremi olmayan erkeklere gösterilmemesi mi gerekir?
Başörtüsünün niteliği (keyfiyeti) meselesi çok önemlidir. Müslüman kadınlar, hattâ erkekler bunu çok iyi bilmeli ve bilinçli (şuurlu) bir şekilde uygulamalı ve uygulatmalıdırlar.
Kur'ân-ı Kerim, lüzumsuz tekrarların bulunmadığı mûcize bir kitaptır. Bir âyet-i kerîmede : "Mü'min kadınlara söyle... başörtülerini yakaları üzerine sarkıtsınlar." (Nûr 24/31) buyururlar. Daha sonra gelen bir âyet-i kerimede ise: "... Müslümanların kadınlarına söyle, cilbâblarını üzerine sarkıtıversinler..." (Ahzâb 33/59) denir. Müfessirlere göre sonra gelen "cilbâb âyeti" başını örtme konusunda kadına ilave bir görev daha getirmiştir: Kadın dışarı çıktığında, yani namahremlerinin göreceği yerde, birinci başörtüsünün üzerine bir de "cilbâb" atacaktır. "Cilbâb" genellikle vücudu baştan ayağa örten ve giyilmekten ziyade bürünülen dış örtü olarak anlaşılmış ve uygulanmıştır. Ama vücudun üst kısmı, omuzları ve göğüsleri örten geniş başörtü de cilbâb sayılabilir, diyenler de vardır. (106"Cilbâb" hakkında geniş bilgi için bk. Faruk Beşer, Islâmda Kılık Kıyafet ve Örtünme 93-123) Bir diğer âyette de kadınların "Önceki cahilliyyede olduğu gibi süslenip çıkmamaları" (Ahzâb 33/33) istenir. Buna göre kadın, kaynı gibi yakınları dahil, namahremlerinin yanına, belki de süslü olabilecek birinci küçük başörtüsünün üzerinden, en az göğüslerini örtecek kadar geniş, sade ve tercihen koyu renkli bir başörtüsü ile çıkacaktır. Rengin koyu olması, süsü azaltması içindir. Yoksa renkte bir sınırlama yoktur: Ama cazip bir şekilde süslü olması mahzurludur.
Çenenin altının mahremliğine gelince, en müsamahalı Hanefi görüşüne göre kadın, fitnenin de (cinsel duygular) bulunmaması halinde yabancı erkeklere, sadece elini ve yüzünü gösterebilir. Yüz ise fıkıh kitaplarımızda alındaki tüy bitiminden çene altına ve bir kulaktan diğerine kadar olan bir yer diye tarif edilir. (107 Ibn Âbidîn I/b5-66 (M.A).) Buna göre alt çene aşağı yukarı sallandığında sallanan kısmı yüzden olmuş olur. Ya da dışardan parmağımızla nefes borunuzu bulabileceğiniz yere kadar yüz sayılır. Ve kadın onun dışında kalan boğaz kısmını yabancı erkeklere gösteremez.
BAZI KİMSELER FAZLA ÇOCUK YAPMAMAK İÇİN TEDBİR ALIP BiRTAKIM ÇARELERE BAŞ VURUYORLAR. FAZLA ÇOCUK YAPMAMAK İÇİN TEDBİR ALIP DOĞUM KONTROLÜ YAPMAK CAİZ MİDİR?
Doğum kontrolü mes'elesi ülkemizi ve İslam alemini aşan bir meseledir. Her yerde ondan söz edilmektedir. İslam aleminde münakaşası yapıldığı gibi, hiristiyanlık aleminde de münakaşası yapılmaktadır. Asrımızda Mevdudi, Seyyid Kutub, Ahmed al-Şarbasi ve Sa'id al-Buti gibi zevat bu konuyu ele alarak durumu açıklamışlardır. (Allah onlardan razı olsun). Bunların bir kısmı Türkçeye tercüme edilmiştir. Bunun için bu konuda fazla bir şey söylemek icab etmez. Yalnız bazı kimseler bu hususta kanaatimi sordukları için kısa da olsa bir şeyler söylemeye mecbur kaldım. Evlenmek, Peygamber (sav)'in sünnetlerinden biridir. Onunla ilgili çok hadis varid olmuştur.Ez cümle şöyle buyuruyor: "Nikah benim sünnetimdir" (İbn Mace). Evlenmenin birçok hikmetleri vardır.
1- Fıtratın ihtiyacını karşılamaktır. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: "Huzur bulasınız diye cinsinizden sizin için eşler yaratması Allah'ın büyük ayetlerinden biridir" (er-Rum).
2- Neslin devamı ve beşeriyeten çoğalmasıdır. Peygamber şöyle buyurur: "Evleniniz. Çünkü ben sizin çoğalmanızla iftihar ediyorum" (Buhari, Müslim).
3- Şerefi muhafaza edip ahlaksızlığa düşmekten korumaktır. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Ey gençler evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü o, gözü –harama bakmaktan- korur, zinadan da muhafaza eder (Müslim).
Durum böyle olmakla beraber iradesi kuvvetli olup gayr-i meşru hayata yaklaşmayacağını bilen kimsenin evlenmeyebileceği gibi, evlenen kimse de azl gibi bir yol ile çocuk yapmamak için tedbir alabilir. Cabir bin Abdullah (ra) dan şöyle rivayet edilmiştir:"Kur'an-ı Kerim nazil olurken biz azl ederdik. Bu durum Peygambere (sav) ulaştığı halde bizi men etmedi" (İbn Mace).
Azl'ın manası: meniyi dışarıya akıtmaktır. Azl ile ilgili çok hadis vardır. Bir kısmı onu hoş görmemiş ise de, kesin olarak yasaklayan bir hüküm de getirmemiştir. Bunun için Cumhur-u ulemaya göre, kadının rızasıyla azl mübah kabul edilmiştir. Hatta Şafii ulemasının birçokları kadının rızasını almak söz konusu değildir, diyorlar. Fakat tamamaıyla tenasül cihazının görevine son vermek için ilaç kullanmak veya ameliyata başvurmak kesinlikle haramdır. Bu husus için asla cevaz olmamıştır.
Sa'd bin Ebi vakkas'dan rivayet edilmiştir: "Peygamber (sav), Allah'a kulluk etmek maksadıyla daimi surette evlenmeyi terketmek isteyen Osman bin Ma'zun'un dileğini reddetti.İzin verseydi biz de kendimizi iğdiş edecektik."
Meni rahimde yerleştikten sonra nutfe ve alaka –kann pıhtısı- halinde iken herhangi bir ilaç ile onu düşürmenin caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır.
Hanefi ulemasından meşayıh-i maveraünnehir, Cevahir al-Ahlati ve al-Nehr ile Şafii ulemasından Abu İshak el-Merzedi ve Remli'nin sözünden anlaşıldığına göre ma'zeret olmasa da caizdir (al-Fetava'l-Hindiyye, Şebramilisi). Gazali, İbn Hacer, la-Bahr ve Hanefi mezhebinde racıh kavle göre ma'zeret olmazsa caiz değildir (İbn Abidin).
Ama meşru bir ma'zerete binaen onu aldırtmak veya ilaç ile onu düşürmekte beis yoktur. Meşru mazerete birkaç misal:
1- Hamile kadının hastalığını artıracak veya helakine vesile olacak hastalığın bulunması.
2- Çevrenin çok bozuk olup, fitne ve fesadın azgın halde olması, yani doğacak çocuğun ahlakını bozacak mahiyette olması,
3- Fakr ve zaruretin hüküm sürmesi, ibn Vehban şöyle diyor: Hamile kadının hamlı alınmadığı takdirde, emzikli çocuğunun sütü bozulup babasının da fakir oluşu yüzünden kendisine süt verecek bir kadın bulamamış olması bir mazerettir (İbn Abidin).
BİR ÇİFTİN NİKAHI KIYILMIŞ, YALNIZ ZİFAF VAKİ OLMADAN EVVEL HERHANGİ BİR SEBEBLE BİR TALAK İLE BOŞANMALARI HALİNDE DURUMLARI NASILDIR?
Zifaf vaki olmadan evvel bir talak ile boşanan çiftin arasında dinen beynunet vaki olur. Ricatın yapılması da mümkün değildir. Yani zifafdan önce olduğundan iddet söz konusu değildir ve artık yabancı bir kadındır.Ancak üç talak ile boşanma vuku bulmadığından her iki taraf arzu ederlerse yeni bir nikah ile birbiriyle biraraya gelebilirler. Bu durumda sadece iki talakları olacaktır.
BİR GRUP GENÇ KIZ, TURİSTİK BİR GAYE İLE, MESELA KIBRIS'A GİDEBİLİRLER Mİ? İÇLERİNDEN BİRİNİN YANINDA MAHREMİNİN BULUNMASI DİĞERLERİ İÇİN DE YETERLİ OLMAZ MI?
Konu, kadının yanında mahremi yokken sefer süresi kadar yolculuğa çıkıp çıkamayacağı ile ilgilidir. Kur'an-ı Kerim'de bu konuda bir açıklık yoktur. Hadislerde ise bol ve detaylı bilgi mevcuttur. Mesele Islam fıkhına da bu hadislerle yansır. Rasulüllah Efendimiz (s.a.s.) "Allah'a ve Âhiret gününe inanan bir kadının, yanında mahremi olmaksızın üç gecelik bir yola sefere çıkması helâl değildir." buyurmuşlardır.(Müslim, hacc 74)
Bu süre bazı rivayetlerde: "Iki gün, bir gece, üç günün üzerinde, bir gün, bir gün bir gece, iki gece, bir berid (yarım gün)" şeklinde değişik zikredilir.(bk. Azîm-âbâdi, Avnü'1-Ma'bûd V/149; Halil Ahmed, Bezlü'1-mechûd VNI(302; Sübkî, el-Menhel X/267) Hanefiler "üç günlük yol" diye sınırlayan rivâyeti almışlar ve sefer süresi olarak da bunu görmüşlerdir. Bu durumda Hanefilere göre, kadın küffar diyarından Islam ülkesine hicret etmek hariç, ne maksatla olursa olsun, sefer müddeti bir yola; yanında mahremi olmaksızın gidemez. Hac ve Umre dışındaki her türlü "sefer" için bütün alimler aynı görüştedirler.(bk. Davudoğlu VN/83) Aralarındaki ihtilaf sadece "sefer" müddetinin ne kadar olduğu konusundadır.
Hac konusuna gelince: "Beytullah'ı haccetmek, ona yol bulabilenler için, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır" (3/97) ayetine dayanarak Şafiîler ve Mâlikîler, birden çok güvenilir kadın arkadaş bulan kadın da ona "yol bulmuş" demektir. Öyleyse böyle olan kadına da hacc farz olur ve mahremi olmasa dahi gitmesi gerekir demişlerdir. Onlara göre umrede vacip olduğu için, aynı durumdaki kadın umreye de gitmek zorundadır. Farz olan haccını ve umresini yapmış olan kadın ise, ne hacca ne de başka bir "sefere" mahremsiz gidemez. Nevevi ye göre Şafiîlerde de sahih olan görüş budur.
Durum böyle olmakla beraber bazı Şâfiî âlimler; kadının mahremsiz sefere çıkmamasının sebebi (illeti) emniyetsizliktir. Emniyet kadınlarla dahi elde edilirse, kadın yanında mahremi yokken de onlarla yolculuğa çıkabılir, demişlerdir. Ancak söz konusu Hadislerden böyle bir sonuca varmak hiç mümkün değildir. Diğer mezhepler (cumhur) bunu böyle kabul etmedikleri gibi; Şâfiî mezhebindeki sahih görüşe göre de bu böyle değildir. Yani:
I- Kadın farz olan haccına Şâfiî mezhebine göre, yanında mahremi yokken güvenilir kadınlarla gidebilir. Hanefi bir kadının bu konuda Şâfiî mezhebini taklid ederek mahremsiz hacca ya da umreye gitmesi hoş değildir, çünkü bunda bir zaruret yoktur. Ama taklid eder ve giderse haccı olmuş olur.
2- Bir defa haccetmiş olan bir kadının yanında mahremi yokken, sefer müddeti yoldan, artık hiç bir mezhebe göre haccetmesi mümkün değildir. Giderse günah işlemiş olur. Umre de aynıdır.
3- Hac ve umre dışında bir maksatla kadın, hiç bir mezhebe göre mahremsiz olarak "sefere" çıkamaz. Beraberinde güvenilir kadın arkadaşlarının bulunması bir şey ifade etmez. Bundan da sadece "dar-i harpteki" bir kadının "dâr-ı Islâma" hicreti istisna edilir. O, mahremi bulunmasa dahi, orada durmaz ve Islâm ülkesine göç eder.
Hal böyle olunca, turistik vb. gayelerle, genç ya da yaşlı kadınların, sefer müddeti yolculuğa çıkması meşru olmaz. Sebep olanlar, mes'ûl olur. Ancak "seferi", mesafe değil de "mu'tat vasıta" ile süre olarak izah eden Elmalılı ve başkalarına göre , otobüsle onsekizsaatlık yolun altında kalan mesafeler sefer sayılmayacağından, Şâfiîlerdeki bu zayıf fetvadan belki sadece oralarda yararlanılabilir. Meselâ -hoş olmamakla beraber- Bursa'dan Istanbul'a bir kadın grubu: Burası Hanefilerdeki bazı izahlara göre sefer değildir, "sefer" diyenler olsa bile bazı Şâfiîler kadının güvenilir kadınlarla da "sefere" çıkabileceğini söylemişler. Öyleyse biz de gidebiliriz, derlerse, zayıf da olsa bir ipe tutunmuş olurlar. (Allahu a'lem)( Konu ile ilgili daha geniş bilgi için bk. Hattâb es-Sübkî el-Menhel X/264-68· Davudoğlu VN/81-84; Halil Ahmed, age VNI/302-305; Azımâbâdî, age V/148-154; el-Menbecî, el-Lübâb I/436-38; Sevkânî, es-Seyl N/161; Vehbe ez-Zuhaylî NI/36) Ama iyi olanı yapmış olmazlar.
Sözkonusu hadîslerde, öyle ya da böyle ayırmaksızın herhangi bir kadının (mutlak olarak) mahremsiz yolculuğa çıkmaması istenir, ama Kâdi Iyâz ve bazılarından nakledildiğine göre bu yasak, genç kadınlar içindir. Kendilerine karşı arzu duyulmayacak yaşlı kadınlar ise, kocaları ve mahremleri yokken de her türlü sefere çıkabilirler. (Azımâbâdî, age V/153: Halbuki yine "Kâdî Iyâz'in beyanına göre, ulema kadının hacla umreden başka seferlere mahremsiz çıkamayacağına ittifak etmişlerdir." (Davudoğlu VN/38)) Hattâ bu hükmün dayanağının (illetinin) "emniyet" olduğunu, bu temin edildikten sonra, ne ile temin edilmiş olursa olsun, kadının mahremsiz de yolculuk yapabileceğini söyleyen eski ve yeni görüşler de vardır.(Bu görüşler ve kime ait oldukları konusunda bk.. el-Bâcî, el-Müntekâ NI/82; Azimabâdi, age V/150) Ancak ne sözkonusu Hadislerde hükmün dayanagının (illetinin) emniyet olduğuna bir işaret vardır, ne de, öyle kabul edilse dahi, bugünkü şartlarda yolculuk yapan kadının mahremsiz emniyette olacağı söylenebilir. Nevevi'nin de dediği gibi "her düşene bir kapan bulunur."(bk . Davudoğlu VN/83) Dolayısı ile kadının yaşlı olması da bu hükmü değiştirmez .Bu tür görüş sahipleri, bir de Rasulüllah'ın (s.a.s.) vefatından sonra, onun hanımlarının Osmân b. Affân ve Abdunahman b. Avf gibi sahâbîlerle hacca gittiklerini delil gösterirler ama, bu da hükmü değiştirmez; çünkü Rasulüllah'ın hanımları "mü'minlerin anneleri" olmakla, onlar onların mahremi olmuş olurlar. (Es-Sübkî age X/268; Davudoğlu VN/84)
Bu konudaki "mahrem" den maksat ise: "mubah olan bir yolla nikâhı kendisine ebediyyen haram olan erkek"tir. "Ebediyyen haram olma" şartıyla kadının, meselâ kızkardeşinin kocası, kendisinin mahremi olmadığı anlaşılır. "Mubah bir yolla nikâhının haram olması" şartı ise, mesela zina yoluyla doğacak hürmet-i musâharenin, yolculuk için mahremlik oluşturmayacağını anlatır.(bk. Halîl Ahmed age VNI/302; Alî Kârî age. 37 )
BİR KADINA AŞIK OLUPTA İFFETİNİ KORUYAN VE BU AŞK ÜZERE ÖLEN SEHİD OLARAK ÖLÜR." DİYE BİR SÖZ NAKLEDİLİYOR. BU SÂHÎH HADÎS MİDİR YOKSA UYDURMA BİR SÖZ MÜDÜR?
Bazı zayıf kaynaklarda, bu şekilde, bazılarında da biraz farklı olarak: "Her kim âşık olur ve askını gizler de iffet ve sabır gösterirse, Allah onu bağışlar ve Cennete koyar"(Hadîsin bütün kaynakları için bk. Muhammed Abdülkâdir Atâ, el-Gummâ'ale-llümmâz üzerine tahkîk 216) şeklinde rivayet edilen ve hadis zannedilen bir söz vardır. Ancak bu hem rivâyet, hem de dirâyet (yani manası) yönünden sağlam görülmemiş ve Rasûlüllah'a yakıştırılamamıştır. Çünkü erkeğin bir kadına, ya da kadının bir erkeğe âşık olması mecaz anlamda bir aşktır ve bir bakıma marazî bir haldır. Zîrâ bu, kalbi Allah'tan boşaltıp, sevdiğine kaptırma, teslim etme ve ona kayıtsız şartsız boyun eğme (ta'abbüd) anlamını taşır. Hal böyle iken nasıl olur da Allah'ın hükmünü yüceltmek için savaşırken şehid olanlara denk olabilir! Kaldı ki, aşkın helâl olanı bulunduğu gibi, haram olanı da olur. Böyle olunca, Rasulüllah Efendimizin ayırım yapmadan, her âşık olup askını gizleyen ve iffetli olanı şehîd sayması nasıl düşünülebilir.(Ibn Kayyim, Zâdü'1 me'âd IV/2,76) Ayrıcâ Rasulüllah'tan bize sahîh olarak ulaşan hiç bir hadîste "aşk" sözü geçmemektedir.Sahîh hadîs kitaplarının dışında kalan çok değişik kaynaklarda Süveyd b. Saîd'den rivâyet edilen bu sözü Ibnü'I-Cevzî uydurma hadîsler (mevzûât) arasında zikreder,(bk. Ebu'1-Hasen el-Kinânî, Tenzûhu's-Seri'a N/364) Ibnü'1-Kayyim de aslâ hadîs olamayacağını anlatır:(Ibnü'1-Kayyim agk.) Genellikle "mevzûât" kitaplarında bulunan bu söz için en iyimser olanlar, bunu en fazla"'zayıf hadîs" derecesine çıkarabilmişlerdir.. Hattâ meşhur Muhaddis Yahyâ b. Ma'în, bunu rivâyet eden Süveyd için: "Eğer atım ve okum olsaydı, gider onunla çarpışırdım" bile demiştir. (Aclûnî, Kesfu'1-hafâ N/363)
Sonra çeşitli hadîslerde dünya ve âhiret şehitleri sayılmış ve âşık, bunlardan birisi olarak zikredilmemiştir.
Bir kadın Hicaz'a veya mesela Ankara'dan İstanbul'a gibi uzak bir yere tek baçına gitmesi caiz olmadığı gibi, kocası veya mahremi olmadan birkaç kadınla birlikte olsa da gitmesi caiz değildir. Şafii mezhebine göre emniyette olursa ilk hac ile mecburi iş için bir kadının kocası ve mahremi olmadan iki veya daha fazla kadın ile birlikte gitmesinde beis yoktur.
Mahremi olmayan bir kadınla baldızı veya kardeşinin hanımı veya kayın biraderin hanımıyla yalnız kalmaları veya yolculuk yapmaları caiz değildir.Peygamber (s.a.v)buyuruyor ki:''Kadınların yanlarına –yalnız iken-girmekten sakının .Bunun üzerine birisi: Kadının kayın biraderi de böyle midir? Dedi. Peygamberimiz(s.a.v) o, ölümdür(yani onunla bir arada bulunmak daha tehlikelidir)'' buyurdu(Buhari ,Müslim)
Boşanmak suretiyle birbirinden ayrılmış olan çiftin küçük çocukları aşağıda zikredilecek şartları haiz anneye bırakılır.
1- Mürted olmaması.
2- Fuhuş veya hırsızlık gibi büyük günahları işleyen bir kadın olmaması.
3- Emin olması.
4- Mahrem olmayan kimse ile evli olmaması.
Yukarıda kaydettiğimiz manilerden biri varsa, isterse anneanneye bırakılır. O da olmazsa babaanneye, sonra ana-baba bir kızkardeşe, yoksa anne bir kızkardeşe, sonra teyzeye, sonra da halaya bırakılır. Tabii bunlar arzu ettikleri takdirde böyledir. Erkek çocuk yedi yaşına girinceye kadar bu durum devam eder. Ama anne vveya nine olmazsa dokuz yaşına gelinceye kadar bu durum devam eder. Bu açıklama Hanefi mezhebine göredir.
Şafii mezhebine göre ise; aşağıda zikredilen şartlar dahilinde erkek olsun çocuk anneye bırakılır:
1- Annenin müslüman olması. Hıristiyan, Yahudi veya mürted olursa kendisine bırakılmaz.
2- Akıllı olması.
3- Emin olması. Fasıka olduğu takdirde kendisine bırakılmaz.
4- Mahrem olmayan kimse ile evli olmaması.
5- Çocuğun mümeyyiz olmaması. Aksi takdirde çocuk muhayyer bırakılır (el-Envar).
Nişan birbiriyle evlenmeye namzet olan kimseler için va'd bir sözden ibaretdir.Nikah değildir. Nikahlılar için mübah olan şey asla nişanlılar için mübah olamaz. Nişanlılar nikah olmayınca yabancıdırlar. Peygamber (sav) şöyle buyurur:''Bir erkekle bir kadın yalnız olarak bir araya gelirlerse mutlaka onların üçüncüsü şeytandır.'' Böylece yalnız olarak bir araya gelmeleri haram olmuş oluyor. Nice nişanlılar nişanları bozularak ayrı ayrı kimselere varmışlardır. Bunun için nişanlıların ciddi davranmaları ve İslam'ın yasakladığı hududu aşmamaları gerekir.
BİR KİMSE ŞEHVET İLE KAYIN VALİDESİNİN ELİNİ TUTARSA EŞİ ONA EBEDİYEN HARAM OLUR DİYE SÖYLENİYOR. BUNUN ASLI VAR MIDIR?
Bir kimse kayın validesinin elini tutar veya sıkarsa ve bu sebeple ikisinin veya birisinin şehvet hissi doğarsa Hanefi mezhebine göre zevcesi kendisine ebediyen haram olup, nikahı gider (Mecma'u'l-Enhur). Şafii mezheine göre ise büyük bir vebal terettüp etmekle berabe nikaha bir halel gelmez.
Bir hanımı, boşanmak istemediği halde, eşi boşarsa ve koca tekrar eşine dönmek isterse bu, dinen câiz olur mu?
Islâm fıkhına göre eşler birbirlerine üç bağ ile bağlıdırlar. Koca, karı-kocalık ilişkisi içinde yaşadığı eşiyle bu bağların üçünü birden koparırsa normal şartlarda artık ona dönemez: Birini ya da ikisini koparırsa bakılır: eğer "ric'î" talâkla (yani talâk ve boşama sözü ederek) boşamışsa, iddet süresi içerisinde, kadın istemese dahi, istediği zaman dönebilir. "Bâin" talâkla (yani ayrılık ifade eden sözlerle) boşamışsa, ya da "ric'î" talâkla boşayıp ta, kadının iddeti dolmuşsa, artık kadın kâbul etmedikçe, koca kendi istediğinde ve yeni bir nikâh yapmadan dönemez. Sizin boşanmanızın ne tür bir boşanma olduğunu bilmeden size özel bir şey söyleyemeyeceğiz.
Islâm'da boşama hakkının erkeğin elinde olması, erkeğin, kadın istediği anda boşayabilmesi demek olacağı, bu yüzden boşanma olaylarının çoğalmasıyla kadınların gadre ugrayacağı iddia edilerek, IsIâm'daki "talak=boşama" müessesesi tenkit edilir.
Konunun Islâmî yönüne değinmeden, diyalektik açıklamasını vermeye çalışalım:
Önemli olan boşama yetkisini kadına ya da erkeğe vermek mi, yoksa boşanma olaylarını olabildiğince azaltarak, bundan doğacak maddî ve manevî zararların maksimum düzeyde önüne geçmek mi? Elbette ikincisi denilecektir. Öyleyse Islâmî olan ve olmayan toplumlar arasında, boşanma olayları konusunda karşılaştırnmalı bir istatistik yapıp, bunun hangisinde daha zararlı boyutlara vardığına bakmak, daha gerçekçi bir yol olmaz mi? Biz hemen şuracıkta, İslam'ın bu öğretisini haksızlık gören batı ülkelerinin en gelişmişi olan Amerika'da, seksenli yıllardaki boşanma oranını söyleyiverelim, yüzde kırk sekiz. Ve hemen ekleyiverelim: Günümüzde olduğu gibi, tarih boyunca İslam'ın hayattan olabildiğince uzaklaştırıldığı dönemlerde bile, Islâm toplumlannda bu oran, bunun yarısına dahi çıkmamıştır. Öyleyse niçin sistemlerin sonuçlarına değil de, prensiplerine bakılıyor?,
Şimdi islâm'a dönelim: Erkeğin daha önce sözünü ettiğimiz konumundan ve tüm malî sorumlulukların onun omuzlarında olduğundan ötürü Islâm'da boşama yetkisi ona verilmiştir. Erkek yerine kadına verilmesi gerektiğini söyleyen zaten olmadığına göre, tek ihtimal, bu hakkı ikisinin beraberce kullanmaları ihtimalı kalıyor. O takdirde:
1- Kadın güçlü olan duygusal davranışların etkisiyle boşanma olayını daha çok gündeme getirecek ve ailenin huzurunu bozacaktır.
2- Iki taraftan da gelebileceği için boşanma isteği en az (çünkü kadın daha duygusaldır) iki katına çıkacak veya karşı tarafın da bunu kabul etmesiyle boşanma olayları da yine en az iki kat daha artacak, (Nitekim Amerika'daki istatistikler bunu gösteriyor) ya da kabul etmemesiyle düşmanlık, sürtüşme ve geçimsizlik daha da çoğalacaktır.
3- Böyleec ya, evleri kendilerine zindan haline getirilen eşler başka ilişkilerle hayat sürdürmeye devam edecekler ve artık birbirlerinin, sevecekleri eşle huzur dolu bir yuva kurmalarına engel olacaklar, ya da bir taraf boşanmada aşırı istekli olan diğer tarafın bu arzusunu istismar edip, ondan ancak çok büyük meblâglar alarak boşanmayı kabul edecek ve diğerini zarara sokacaktır.
4- Bu arada boşanmak isteyen eşlerin ömürleri mahkeme kapılarında geçecek ve herkesin huzurunda birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya dökerek, ondan sonraki hayatlarını da lekeleyecek ve karartacaklardır.
Halbuki Islâmî boşama tarzı, özellikle aile hayatının da Islâmî olduğu bir toplumda, hem işleyişi, hem de sonuçları açısından son derece fitrî ve makul görünmektedir:
(1) Bir defa boşama, helâl olmakla beraber, "Allah katında helâlların en çirkinidir" (Ebû Dâvûd, talak 3; ibn Mâce, talak 1 .) ve en son başvurulacak bir çâredir. "Allah sık sık eş değiştiren çeşnici erkeklere ve çeşnici kadınlara lânet eder." (el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl IX/661; Suyûtî, e!-Câmi'us-sağîr H. No. 3288 (Taberânî'den)) Yani boşama, büyük ölçüde dinî engelle karşı karşıyadır.
(2) Sünnetin öğrettiği boşama biçimi hiçbir sistemde bulunmayan birleştirici ve yapıcı özellikler taşır:
a) Kadın erkeği âdetli halinde boşayamayacak, âdeti bittikten sonra hiç cinsel ilişkide bulunmadığı temizlik süresinde boşayacaktır. Böylece cinsel ilişkiye acıktığı bir anda onu gözden çıkaramayacak ve boşaması zorlaşacaktır.
b) Islâm'da kadınla erkek birbirine üç bağla bağlı bulunduklarından, birinci boşamada kadının erkekle bütün ilişkileri kesilmeyecek, kadın "iddet" dönemine girecektir. Böylece erkek yalnızlığın tadını birazcık tadacak, karısını arzulayacak ve boşadığı andaki duygularından sıyrılmış olarak düşünme imkânı bulacak ve köklü bir sebep yoksa, yeni bir nikâha bile gerek kalmadan karısına dönecektir. Aynı imkân ikinci boşamasında da tanınacak, üçüncü defa boşaması ise böyle önemli bir kurumu hafife alma anlamı taşıyacağından, artık o kadına dönmesine izin verilmeyecek ve erkek bir bakıma cezalandırılmış olacaktır.
(3) Boşamada sünnete uymaz ve yasaklanan bid'at türü bir boşama ile karısıyla kendi arasındaki bütün bağları bir anda koparırsa, bu boşama da geçerlidir. Ancak erkek bir suç işlemiştir ve cezasını görmelidir. Bir defa yaptığı iş bir günahtır ve manevî sorumluluğu vardır. Karısına artık istese de dönemeyecektir. Onun "iddeti" süresince her türlü nafakasını sağlayacak ve malî bir cezaya çarptırılacaktır. Ve görüldüğü gibi, bu sistemde gadre ugrayan kadın değil, aslında erkektir. Bu yüzden, işin manevî sorumluluğu bir tarafa, bu riskleri göze alamayınca erkek kolay kolay boşama yoluna gidemeyecektir. Bu, işin işleyiş biçimine değil, sonucuna bakmakla kolayca anlaşılabilir.
Diğer yönden boşanmak için ciddi sebepler varsa, kadın-erkek bir sürü engelle karşılaşmadan, mahkemelere düşüp, milletin huzurunda birbirlerini rezil etmeden kolayca ayrılabilecekler ve özledikleri yuvayı kurmak için şanslarını yeniden deneyebileceklerdir.
Boşama uygulaması bu söylediğimiz biçimde olmaz ve kadının hakları çiğnenirse, mahkemeleri yanında bulacak ve "haklı, hakkını alıncaya kadar güçlü" olacaktır.
Islâmda boşanma hakkı erkeğe verilmiştir. Kadın ancak mahkeme kararı ile boşanma isteyebilir ve meşru sebepler varsa boşanır.
Ancak erkek kendi iradesi ile kendisinin olan boşama hakkına karısına verebilir ve buna da Islâm hukukunda "tefvîzu't-talâk" adı verilir. Koca talakı karısına nikâh esnasında "tefviz" edebileceği gibi sonradan da edebilir ve bu bir "tevkîl=vekîl kılma" değil, "temlîk=mülküne verme, ona mülk kılma" olur. Çünkü vekil başkası adına çalışan kimsedir. Kendisini boşama yetkisi alan kadın ise, kendisi adına iş göreceğinden vekil olamaz, nikâhına doğrudan sahip olur. Bu durumda:
1. Kadın nikâh esnasında "boşama yetkisine bana vermen şartı ile seninle evlenmeyi kabul ederim" der, koca da kabul ederse koca bu hakkını artık geri alamaz, kadın istediği zaman kendisini boşar ve bu bir "bâin" talâk olur. ,
2. Nikâhtan sonra herhangi bir zaman koca karısına: Kendini boşama konusunda muhayyersin, ya da bu konuda yetki senin elindedir, veya dilersen boşanabilirsin, demesi ve karının da o mecliste bunu kabul etmesi halinde durum yine aynıdır. Cumhur (fıkıhçılar çoğunluğu) karının, kabul ettiğini bildirmeksizin o meclisten kalktıktan sonra artık kabul hakkının kalmayacağını söylerler. Çünkü bu bir "temlik" tir ve gerçekleşebilmesi için o mecliste kabul görmesi gerekir. Ancak bunu söyledikten sonra koca da bundan cayamaz. Çünkü bunda yemin, yani talâkı, karının boşamasına bağlama, ta'lik anlamı vardır. (Merginânî, Hidâye I/244) Ancak Ibn Hümâm, bu ifadelerle boşama yetkisi kendisine verilen kadının, bunu o mecliste de, o meclisin dışında da (yani sonradan da) kabul yetkisi vardır, der: Çünkü Rasûlullah Aişe validemize, böyle bir durum söz konusu olduğunda: "Annene babana sormadan acele karar verme" (Ibn Hümam, Fethu'I-Kadir N/410) diye buyurmuşlardır. Kocanın: "Istediğin zaman kendini boşayabilirsin" gibi bir ifade kullanması halinde karı, kendisini istediği zaman boşayabilir. (Merginânî,.)
Evli bir çift mahkeme kararı ile ayrılıyorlar. Sonra kadın pişman olup tekrar kocasına dönmek istiyor, bu mümkün müdür?
Isâmda boşama yetkisi erkeğe aittir. Boşamanın mahkemede olması da şart değildir. Karı-koca birbirlerine üç bağla bağlıdırlar. Haram ve çirkin bir davranış olmakla beraber, erkek bu bağların üçünü birden koparmışsa artık karısına istediği anda dönemeyecektir. Sözünü ettiğiniz olayda, henüz mahkemeye gidilmemişken, ya da mahkemede erkek karısını üç "talak"la boşamışsa, karısının ya da kendisinin pişman olması artık fayda vermez ve birbirlerinden kesinkes ayrılmış olurlar. Eğer koca karısının, bütün bağlarını koparmayı kastederek üç talakla boşanmamışsa tekrar birbirlerine dönebilirler. Boşama şekli "ric'î" (cayılabilir) ise nikâh yapmalarına bile gerek yoktur.
Boşama için üç talak şart mıdır? Bir erkek kagıda, "üçten dokuza kadar benden boşsun" yazdığında karısını boşamış olur mu? Bu hüküm Islam'a göre boşanmayı bilmeyen erkekler için geçerli midir? Yani kendisi yazdığının ne manaya geldiğini bilmiyorsa ve birileri böy1e yazmasını söylediği için yazmışsa yine karısını boşamış olur mu?...
Boşama için üç talak şart değildir. Nikâhlı olan karı-koca birbirlerine üç itibârî bağla bağlıdırlar. Sünnet olan boşama, erkeğin bu bağları belli şartlarla ve tek tek koparmasıdır. Tâ ki, düşünmeye ve başka ihtimallere fırsat bırakılmış olsun. Ancak erkek bu üç bağı birden koparırsa, çirkin bir bid'at olmakla beraber bu da gerçekleşir.
Yazı ile boşanmaya gelince bu; ya tam bir vesîka gibi başlıklı, imzalı olur, ya da alelâde bir yere yazılmakla olur. Bu alelâde yazılan, eğer havaya, suya ve benzeri şeylere yazılır ve yazıldığı yerde okunmaz durumda olursa; boşamak niyeti olsa da olmasa da karısını boşamış olmaz.Yine alelâde olmak üzere, rastgele bir duvara, bir kitabın ya da defterin kenarına, sıradan bir kâgıda okunacak şekilde boşadığını yazarsa, boşama niyeti olması halinde karısı boş olur, boşama niyeti olmaması halinde ise boş olmaz. Ama başta söylediğimiz gibi, bir evrak niteliğinde isimli, imzalı, mühürlü vs. bir kâğıda karısını boşadıgını yazarsa, niyeti olsun olmasın, karısını boşamış olur. (bk. Fetâvâ-yi Hindiye I/378-79) Buralardan da anlaşılıyor ki, erkeğe, kendisinin ne olduğunu bilmediği bazı cümleler yazdırılsa, bunlar da boşamayı ifade eden cümle olsa karısı boş olmaz; çünkü yazdığı kağıt bir tutanak değildir ve böyle bir niyeti yoktur. Ancak bu, "diyâneten", yani Allah indinde böyledir. Ama faraza, bir Islâm mahkemesi olsa ve bunu mahkemeye ispat etseler, mahkeme niyeti bilemeyeceğinden boşanmalarına karar verir.
Yetişmek, ulaşmak, ulaştırmak, kararlaştırılan bir iş, yer ve zamanın nihayetine ermek. İnsan hayatının devrelerinden olan çocukluk çağının sona erip, olgunluk (erginlik) çağının başladığı nokta. Yaş ile ilgili olarak bülûğ çağına erme ifadesi Kur'an'da bir çok yerde geçmektedir.
İnsanın dünya hayatı merhalelerinden bahseden bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurur "..Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra gücünüze ermeniz için (sizi büyütüyoruz). içinizden kimi (çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki bilirken birşey bilmez hale gelsin... " (el-Hâc, 22/5).
Ayette bildirildiği gibi, insan tabii ecelin daha evvel gelmemesi halinde çocukluk, olgunluk ve ihtiyarlık çağlarını geçirir. Yine Kur'an, henüz ergenlik çağına gelmemiş çocukların soyunma ve yatma vakti olan üç vakitte yatak odalarına izinsiz girmemelerini (en-Nûr, 24/58), bildirerek çocukluk çağından bahseder. (Bülûğ çağı için bk. Kur'an, 6/152,12/22,18/82, 28/14, 37/102, 40/67, 46/15)
İnsanın bir emir veya yasakla sorumlu tutulabilmesi için, öncelikle akıllı ve çocukluk devresinden kurtulup bâliğ olması şarttır. İslâm'da "ef'âl-i mükellefîn*, sorumluluk durumunda olan kimselerin yapmaları veya yapmamaları gereken bir takım emir ve yasaklar vardır. Bunlar; farz, vacip, sünnet, müstehab helâl, mübah, mekruh, haramdır. Müslümanlar da bunlardan bir kısmını yapmakla,bir kısmını da yapmamakla yükümlüdürler. Bu yükümlülükler, büluğ çağı dediğimiz yaşa gelince başlar. Bu nedenle İslâm'ın bülûğ çağı ile çok yakından ilgisi vardır. Bülûğ çağının başlangıcı, kızlarda dokuz: erkek çocuklarda oniki yaşın bitimidir. Son sınırı ise soğuk iklimlerde veya anormal hallerde erkeklerde onsekiz; kızlarda da onyedi yaştır. Artık erkek onsekiz, kız da onyedi yaşına gelince bülûğa ermiş sayılırlar. Ancak kız veya erkek, bülûğa erme sınırının son yaşlarına gelmeden, uykuda veya uyanıkken ihtilam olurlar, menileri gelir veya kadın ve erkek evlenmeleri halinde biri hamile kalmaya, diğeri de hamile bırakmaya müsait duruma gelirlerse, artık bülûğa ermiş sayılırlar. (Mecelle, mad. 985) Yukarıda saydığımız bülûğa erme sıfatları genellikle kızlarda dokuz, erkeklerde oniki yaşlarında meydana gelir. İklimin sıcak olduğu bölgelerde yetişme daha erken olacağından, bu özellikler daha erken yaşlarda da görülebilir. Bu özelliklerin görüldüğü andan itibaren de İslâmî sorumluluklar başlar. Bu yaşa gelmeyenlere İslâmî sorumluluk yüklenmemiştir. (Tecrid-i Sarîh, I, 80). İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, gerek erkek, ve gerek kızlar için bülûğ yaşının son sınırı onbeş yaştır. (Mecelle, mad. 987) Hanefî mezhebinde fetva da buna göre verilmiştir. Şâfiî ve Hanbelî mezhebinde bülûğ yaşının son sınırı onbeş, Mâlikî mezhebinde onsekiz yaş olarak belirlenmiştir.
Bazı insanlarda erkek ve kadın tenasül uzuvları aynı nisbette vardır. Bunlara "hünsa-i müşkil" denir. Bunlarda bülûğ yaşının son sınırı onbeş yaştır. Bülûğ yaşının son sınırına gelmeden evvel kız ve erkekte meydana gelen ihtilam olma, meni gelme ve hayız olma halleri, bülûğa ermenin alâmetleridir. Bülûğ çağına eren kız ve erkek gusül, abdest, namaz, oruç, malî imkânlar müsait ise hac* ve zekât*, erkekler için cuma* ve bayram namazları* gibi vecibeleri, kendi malında tasarruf hakkı ve diğer dinî sorumlulukları yerine getirmek zorundadırlar. Bu yaşa gelen çocuklar, ebeveynlerinin ve büyük kardeşlerinin soyunma odalarına giremezler, ayn cinsten kardeşler bir yatakta yatamazlar, ayrı cinsten nikâhlanmaları yasak olmayan kimselerle yalnız başlarına kalamazlar. Hz. Peygamber (s.a.s.):
"Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namazı emrediniz; on yaşına geldikleri halde kılmazlarsa -incitmeyecek şekilde- dövünüz." (Ebû Davûd, Salât; 26) buyurmuştur. Bülûğ yaşının başlangıcına geldiği halde henüz bâliğ olmayan şahsa hakikaten veya hükmen bâliğ oluncaya kadar erkek ise "mürahik* ", kız ise "mürahika" denir. (Mecelle, mad. 986).
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)